Hedefimiz yeni Mesut Özil ve İlkay Gündoğan'ları Beşiktaş'a Kazandırmak!''

Işıtan Gün, Beşiktaş ile yaptıkları iş birliğinin neticesinde her yıl iki bin genç oyuncuya ulaşmayı hedeflediklerini söylüyor...
Haberin yayılanma tarihi:13 Ocak 2020, Pazartesi

Fortuna'nın Sahibi

2016'da Hollanda'nın ilk profesyonel futbol kulübü olan Fortuna Sittard'ı satın alan Işıtan Gün, ekonomik olarak çok kötü bir durumda devraldığı kulübü hem sürdürülebilir bir ekonomik yapıya kavuşturdu hem de Eredivisie'ye çıkardı. Geçtiğimiz günlerde Beşiktaş ile de "Avrupa Yetenek Kazandırma Projesi" adı altında bir ortaklığa imza atan Gün, bu projenin detayları ve hedefleri hakkında konuştu.

Gün ayrıca Türk kulüplerinin ekonomik olarak batık durumda olmasının nedenleri hakkında da açıklamalarda bulundu.

-Beşiktaş ile yaptığınız iş birliğinin tam tanımı ve içeriği nedir? Kamuoyunda Beşiktaş'ın pilot takımı olduğunuz şeklinde yanlış bir algı var. Bizi bilgilendirir misiniz?

Evet, basında Beşiktaş’ın pilot takımı olduğumuz yönünde birkaç haber gördüm. Bu tamamen yanlış. Bana göre zaten Türkiye’de pilot takımın ne olduğu da bilinmiyor. Bana bazen, "Pilot takım olmayı düşünüyor musunuz?" diye soruyorlar; ama pilot takım tanımının tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyorlar.

Öncelikle pilot takım anlaşması, üst ligden bir takımla alt ligden bir takım arasında yapılır. Üst ligdeki takım, süre veremediği genç oyuncularını oynatabileceği bir kulüp arar ve bu kulüp 'pilot takım' olarak tanımlanır. Fakat biz Hollanda’nın en üst düzey lig organizasyonu olan Eredivisie’de oynuyoruz. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray da Türkiye’nin en üst düzey liginde yer alıyor. Dolayısıyla iki en üst düzey ligde oynayan takımlar arasında zaten böyle bir pilot takım ilişkisi olamaz; bu birincisi.

İkincisi ise bunu söyleyen insanlar altyapılardaki gençlerin süre alabilmeleri için Avrupa’ya gitmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Ancak FIFA’nın transfer kurallarından da haberleri yok. Bir oyuncunun kaç yaşında, hangi koşullarda transfer olabileceği hiç bilinmiyor ve tamamen bilgisizce yorumlar yapılıyor.

Dolayısıyla bizim Beşiktaş ile yaptığımız iş birliğinin pilot takım tanımıyla hiçbir ilgisi yok.

Bu aslında federasyonun gerçekleştirmesi gereken bir organizasyondu. Ben 45 yaşındayım; kendimi bildim bileli Avrupa’daki Türk kökenli futbolcuları Türk futboluna kazandırmaktan bahsedilir. Fakat bunun nasıl yapılacağı bilinmez. Hep kişiler üzerinden gidilir, tek bir insanın bütün yetenekleri taraması beklenir. Bu şekilde de oyuncular ancak tesadüfen bulunabiliyor. Bu organizasyonsuzluk yüzünden geçmişten bugüne gözümüzün önünde olup da elimizden kaçan oyuncuları saymaya kalksak saatler sürer.   

Bizim fikrimiz ise şuydu; kulübümüzün bulunduğu yerin 100 kilometre etrafında iki milyon Türk vatandaşı yaşıyor. Bu çok ciddi bir oran. Elbette bu havuzun içinde de çok yetenekli genç futbolcular bulunuyor. Biz bu oyuncuları her sene düzenli olarak aynı yerde, aynı tarihlerde, bilimsel, sistematik ve istikrarlı bir şekilde taramasını yapmayı ve bu oyuncularla ilgili en azından elimizde bir veri tabanının bulunmasını istedik. Bu genç oyuncuları tespit edip, onları bizim kulübümüz Fortuna Sittard ya da Beşiktaş’a kazandırmayı hedefliyoruz. Bu oyuncular arasından bir tane Mesut Özil ya da İlkay Gündoğan’ı bulabilirsek, zaten proje fazlasıyla hedefine kavuşacak.

Amacımız ise her yıl iki bin oyuncuya ulaşmak. Avrupa’daki Türk kökenli genç futbolcuların web sitemize kayıt olup, gerekli işlemleri yapmalarını bekliyoruz. Ardından 10 - 12 Nisan arasında Beşiktaş’ın akademi antrenörlerinin gözetiminde bir deneme kampı düzenlenecek.

Peki Beşiktaş ile böyle bir iş birliği fikri ilk olarak nasıl doğdu?

2016 yılında Fortuna Sittard’ın başkanı olduğumdan beri ben bu projeyi birçok Türk kulübüne ve futbol yöneticisine ifade etmiştim. Beşiktaş’ta ise yeni yönetim gelir gelmez kendileri bizi aradı. Bize böyle bir talepleri olduğunu ve nasıl iş birliği yapabileceklerini sordular. Biz de kendilerine projemizi paylaştık ve hızlıca ilerledik.

Kendi aranızdaki görüşmelerde projenin kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirlediniz mi?

Beşiktaş’ın hedefi elbette yetenekli genç oyuncuları bulup kendi bünyesine kazandırmak. Bundan Milli Takım’ımızın da faydalanacağını ümit ediyoruz. İkinci olarak da az önce bahsettiğim gibi ciddi bir veri tabanı oluşacak. Beş yıl içinde yaklaşık 10 bin oyuncudan oluşan bir veri tabanına sahip olmayı hedefliyoruz.

Türkiye’de bu tip projeler büyük bir heyecanla başlar; ancak sonunda hiçbir şey çıkmaz. Bizim projemizde ise böyle bir şeyin olmayacağını herkes görecek. Biz bu konuda çok iddialıyız. Oyuncuların ailesi, okulu, babasının mesleği, vatandaşlık durumu, fiziksel ölçümleri, kısacası her şeyini kayıt altına alacağız.

Bugüne kadar Türk kulüpleri, Avrupa ülkelerinde doğmuş, büyümüş ancak Avrupa’nın büyük ligleri için yeterli görülmemiş oyuncuları Süper Lig’e getirdiler. Bu anlaşmayla Beşiktaş’ın Avrupa’daki en yetenekli Türk futbolcularını kendi bünyesine katacağını söyleyebilir miyiz?

Gayet tabii. Erkek futbolcular arasında 14 - 17 yaş arası hedefleniyor. 15 yaşındaki bir çocuğu görüp, tespit edip, bünyenize katıp, bu şekilde ilerlemeye çalışmak çok önemli. Fakat elbette oyuncu seçme ve tarama faaliyetlerini ne kadar bilimsel yaparsanız yapın, bu işin bir kesinliği yok. Öyle olsa dünyada milyar dolarlık şirketler var, bir danışman tutarlar ve her maçı kazanırlar. Futbolda böyle bir şey yok. Belki de güzelliği de bu. Gelecekte çok büyük bir yetenek olacağı öngörülen 15 yaşındaki bir oyuncudan hiçbir şey olmayabilir; hiçbir gelecek görünmeyen bir oyuncudan çok büyük bir yıldız da olabilir. Ama bizim yapmak istediğimiz şey, en azından istikrarlı bir şekilde bir şey denemek. Amacımız bu.

Somut bir örnek üzerinden gidelim; Oğuzhan Özyakup, Hollanda’da doğup büyümüş, Hollanda’nın alt yaş kategorilerinde milli olmuş ve kaptanlığa kadar yükselmiş bir oyuncu. Beşiktaş bu proje sayesinde yeni bir Oğuzhan’ı 13-14 yaşında tespit ettiği takdirde, bu oyuncuyu hemen Türkiye’ye getirecek mi? Yoksa belli bir yaşa gelene kadar sizin kulübünüz Fortuna Sittard’ın bünyesinde mi devam edecek? Bu konuyu aranızda konuştunuz mu?

Elbette konuştuk. Ancak bunun önceden bir reçetesini yazıp ona göre davranmak mümkün değil. Oyuncunun nerede yaşadığı, pasaport durumu, okulunun yeri, ailesinin mesleği, oyuncunun yeteneği hangi seviyede olduğu, bütün bunların değerlendirilmesi gerek. Bir senaryoya göre; oyuncu çift pasaporta sahip olabilir, ailesi Türkiye’ye yerleşebilir, o zaman Beşiktaş oyuncuyu hemen bünyesine katabilir, aksi takdirde bir süre bizim akademimizde yer alabilir. Burada bakmamız gereken ilk şey mevzuat. Fakat bunlar prosedürle ilgili konular, önemli olan ise yeteneği bulmak. Yeteneği bulduktan sonra ortak bir şekilde hareket edilir.

Az önce bu projenin Beşiktaş ve Türk futbolunun yararına olacağını söylediniz. Peki bu iş birliğinden Fortuna Sittard’ın da bir kazancı olacak mı?

Hayır. Bu projede kulüp olarak bize doğrudan faydası olacak bir şey söyleyemem. Bu konuda biraz yönetim felsefemizden bahsetmem ve aslında Türk basınına da sitemde bulunmam gerekiyor. Her hafta Avrupa’da oynayan Türk kökenli bir oyuncunun performansı hakkında haber yapılıyor. Spora maalesef sadece sporcu açısından bakıyoruz, oysa sporun bir de yönetim tarafı var. Dünyanın her yerinde Türklerin yönetiminde söz sahibi olduğu bir sektör mutlaka vardır, bunun tek istisnası ise spor sektörü. Sporda yönetilen olmaktan çıkamadık, daha doğrusu yönetici konumuna gelemedik. Bizim iddiamız ise şu; şu anda dünyada Türkler tarafından yönetilen en üst düzeyde spor kulübüyüz. Bunu aynı zamanda ülkemiz adına bir hizmet olarak da gördüğümü söylemek zorundayım.

Hollanda örneğinden devam edelim; burada üç tane yabancılar tarafından satın alınmış kulüp var: Rus yatırımcıların başında olduğu Vitesse, Çinli yatırımcıların kontrolündeki Ado den Haag ve biz. Bizim farkımız ise şu; Hollanda’da 500 bin Türk vatandaşı yaşıyor. Bu, ülkenin toplam nüfusuna göre çok büyük bir sayı. Ve şöyle bir durum var; son seçimde yabancı karşıtı partinin oylarının en çok gerilediği bölge, bizim kulübümüzün bulunduğu bölge oldu.

Şunu da söylemek zorundayım; biz Fortuna Sittard’ı ilk satın aldığımızda Hollanda’da kimse bize inanmıyordu. Türklerin futbolu yönetebileceğine kimse ihtimâl vermiyordu. Ben ise her zaman bizim bir iddiamızın olduğunu ve burada başarılı olacağımızı söyledim. Futbol bir yönetim konusudur. Aynı zamanda İsviçre’de futbolda finans stratejisi konusunda ders veren bir akademisyen olarak dünyada yönetim kabiliyetinin en fazla fark yaratabileceği sektörün futbol olduğunu düşünüyorum.

Kendi kulübüm olan Galatasaray’dan örnek verebilirim; şu anda Galatasaray’da futbol takımının maaş bütçesi 60 - 70 milyon euro civarında. 60 milyon euro’luk bir maaş bütçesiyle Hollanda’da yapabileceklerinizin sınırı yok. Artık ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız gerekiyor. Verdiğimiz paraların ne kadar akıl dışı olduğunu konuşmaya gerek bile yok, herkes biliyor.

Biz Fortuna Sittard’ı devraldığımızda kulüp bir alt ligde, batma noktasındaydı. Aradan geçen sürede ise birçok konuda ilkleri gerçekleştirdik. Geçen ay emekli olan Hollanda Futbol Federasyonu Başkanı, Eredivisie’ye çıktığımız gün beni ilk arayan kişi oldu, "Kimse sana inanmıyordu, ben de inanmıyordum; ama başardınız" dedi. Türk basınına olan serzenişim de bu yüzden. Örneğin Eredivisie’ye çıktığımızda Hollanda Futbol Federasyonu bizim hikâyemizin belgeselini yaptı ve bunun futboldaki en iyi geri dönüş hikâyelerinden biri olduğunu belirtti. Buna karşın Türkiye’den aldığımız tebrik sayısı iki elin parmaklarını geçmez.

O hâlde bu kadar geç kaldığımız için özür dileyerek soralım; Hollanda’ya ilk olarak ne zaman gittiniz, kaç yıldır oradasınız, Fortuna Sittard’ı satın almayı ilk ne zaman düşündünüz ve kulübün başına geçtikten sonra neler yaptınız? Öğrenebilir miyiz?

Fortuna Sittard, Hollanda’nın ilk profesyonel kulübü. Hatta bu yaz müzemizi açtık ve Hollanda’nın en modern futbol müzesine sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Bu kulübü satın alma fikri ise şöyle çıktı; ben Galatasaray’da yöneticiyken, Avrupa’daki bir kulüple az önce konuştuğumuz gibi bir iş birliği kurmak istiyorduk. Almanya’da alt liglerde birçok kulüple görüştük ve özellikle altyapı konusunda neler yapabileceğimizi konuştuk. Orada bir ekip oluşturmuştuk ve ben de o ekibin bir parçasıydım. Ben daha çok mâli işlerden sorumlu olduğum için, Almanya’daki kulüplerin mâli durumlarını inceliyordum. O dönemde bu işin iyi yönetildiği takdirde küçük bir kulüple de olsa sürdürülebilir noktaya getirilebileceğini görmüştüm. Örneğin Türkiye’deki kamuoyuna, "Kendi paranızı futbola yatırır mısınız?" diye sorun, yüzde 90’ı hayır der. Fakat şu an Avrupa’daki futbol kulüplerinin yaklaşık yüzde 70’i kâr eder durumda. Futbolda finansal sürdürülebilirliğin tek bir kriteri var; takıma harcadığınız para. Bu kadar. İkinci bir kriter yok. Çünkü kalan her şeyi ne kadar kısarsanız kısın, tabiri caizse devede kulak kalıyor. Bu sıkıyönetimi sağlayabilmeniz için sahiplik sisteminizin ona uygun olması lâzım. Dernek yapısı buna ne kadar uygun, onun tartışmaları devam ediyor.

Galatasaray’dan ayrıldıktan sonraysa Hollanda’da yaşayan bir arkadaşımla oturuyorduk. Bana gazetede okuduğu bir habere göre, Fortuna Sittard’ın ekonomik olarak zor durumda olduğu ve bir yatırımcı aradığını söylemişti. Dolayısıyla tamamen tesadüfen gelişti. 2016’da kulübü devraldık. Kulüp tamamen bitmiş durumdaydı. "Bir futbol kulübü nasıl yönetilmez" diye bir kitap yazsanız, Türk futbolundan sonra koyabileceğiniz çok güzel bir bölüm olabilirdi. Her açıdan bitmiş bir kulüptü; fakat aynı zamanda çok bilinirliği olan bir marka ve bölgeydi. Biz Eerste Divisie’deyken bile deplasmanlara en fazla taraftar götüren beşinci kulüptük. Sıkı bir taraftar grubumuz da var. Ayrıca şöyle özel bir yapımız da bulunuyor; kulübün küçük bir hissesi taraftarlar derneğine ait. Onların da belli konularda veto hakkı var. Normalde bir taraftarı yönetim kuruluna alma zorunluluğumuz varken, ben iki tane aldım. Her kararı tamamen şeffaf bir şekilde onlarla paylaşıyoruz. Bu da elbette aramızdaki bağı güçlendiriyor.

Geldiğimizde şunu söylemiştim; biz küçük bir kulübüz, dolayısıyla büyüklerin yanında ayakta kalabilmemiz için daha akıllı olmamız ve daha yenilikçi olmamız gerekiyor. Örneğin Hollanda’da tüm stadı kapsayan WiFi bağlantısını ilk biz kurmuştuk ve bunu da Eerste Divisie’de 18. sıradayken yapmıştık. Bana herkes gülmüştü; çünkü o zaman ortalama seyirci sayımız 3 bindi. Fakat bizden sonra bu uygulamayı 9 kulüp daha yaptı. Bunun gibi birçok ilk yaptığımız şey bulunuyor. Örneğin Hollanda’da içinde nakit para kullanılmayan tek stadyum hâlâ bizimki.

Elbette Galatasaray’da görev yapmış olmanın verdiği bağlantılar ve dünyayı görmüş olmanın da çok faydasını gördüğümü söylemem gerekiyor. Yenilikçi bir kulübüz, birçok kulüp bizi takip ediyor, bazen federasyon tarafından da sunumlar yapmamız için davetler alıyoruz. Bu açıdan iyi bir örnek oluşturduğumuzu düşünüyorum.

Fakat ben saha dışından sorumluyum. Saha içindeyse Ogan Tarhan var. Bizim sportif başarımız tamamen Ogan Bey’e aittir. Takımın kadro mühendisliğini yapan o. Hatta bir örnek vereyim; şu anda Ajax’ta oynayan oyuncumuz Perr Schuurs’u yağmurlu bir günde oynanan U17 maçımızda birlikte oturup izlerken Ogan keşfetmişti. 'Defansta oynayan bu çocuk kim?' diye sormuştu, antrenörümüz adını söyleyince de Ogan bana dönmüş ve 'Bu çocuk dünyanın en iyi stoperlerinden biri olacak' demişti. Schuurs o zaman amatör kategorisindeydi, ardından cüzi bir maaşla onu profesyonel yaptık. Henüz kulüpteki üçüncü ayımız falandı, 'Bunlar geldi, ama hiçbir şey bilmiyorlar, parayı sokağa atıyorlar' diye bizle alay etmişlerdi. Fakat biz Schuurs’u ertesi sezon Eerste Divisie’nin transfer rekoruyla Ajax’a sattık ve bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde oynadı.

Dolayısıyla futbol aklı bambaşka bir şey ve sportif başarı tamamen Ogan Tarhan’a ait. Hollanda’da özellikle Eerste Divisie’de biraz lokal bir yapı var. Biz onu kırdığımız için başarılı olduk. Eredivisie’ye çıkarken Hollanda tarihinin en düşük bütçesiyle bunu başardık. İnanamadılar, nasıl olur, bu oyuncuları nereden buldunuz diye şaşırdılar.

Tekrar Beşiktaş ile olan iş birliğinize dönelim. Türk futbolunda daha önce herhangi bir kulüp bir Avrupa kulübüyle böyle bir ortaklığa gitti mi? Yoksa bu bir ilk mi? Veya Avrupa’da bize gösterebileceğiniz böyle bir örnek var mı?

Bir Türk kulübüyle bir Avrupa kulübü arasında daha önce böyle bir anlaşma imzalandı mı bilmiyorum. Avrupa’da ise değişik modeller var.

Aslında bu soruya cevap verirken futbol kulüplerindeki sahiplik modellerinden bahsederek başlamak lâzım. Dünyada biliyorsunuz 6-7 değişik model var; en klasik örneği bizdeki dernekler, Alman tipi taraftarın sahip olduğu ekstrem örnekler bulunuyor ya da halka açık, şahsa ait olan modeller de mevcut.

Bunu iyi bir şey olarak söylemiyorum; ama futbolda dünya giderek liberalleşmeye doğru gidiyor. Örneğin Hollanda’da şöyle bir kural vardı; UEFA sisteminde herhangi bir kulübün sahibi ya da yöneticisiyseniz, bir Hollanda kulübünde hisse sahibi ya da yönetici olamazdınız. Bu Hollanda’da yasaktı. Fakat bu kuralı bu yılın başında değiştirdiler. Dünyada da buna izin veren ülke sayısı giderek artıyor. Sonuçta ne oluyor? Manchester City’yi yöneten grup, Red Bull ya da adı çok bilinmeyen birçok yatırımcı grubun sahibi oldukları kulüplerin sayısı giderek fazlalaşıyor. Bunun neticesi olarak da kulüpler arasındaki iş birlikleri çoğalıyor; ama bu organik bir iş birliği ve sistem.

İkinci sistem ise özellikle İngiliz kulüplerinin tercih ettiği bir sistem. Örneğin Chelsea’nin geçtiğimiz yıl 110 bordrolu oyuncusu vardı. A takımında 30 oyuncu olduğunu düşünürsek, 80 oyuncuyu her yıl dünyanın çeşitli kulüplerine gönderiyor ve bir süre sonra artık yalnızca bu oyuncuları takip eden departmanlar oluşturuyordu. Fakat sonunda FIFA, kulüplerin bordrosundaki oyuncu sayısını limitleme kararı aldı.

Çok yakın bir döneme kadar zengin kulüplerle daha mütevazı bütçelere sahip kulüpler arasında oyuncu bazında iş birlikleri oluyordu. Fakat bu iş birliğinin neticesinde büyük kulüplerde hiçbir zaman oynayamayacağı herkes tarafından bilinen B sınıfı oyuncuları kiralayan bir kulübe dönüşüyorsunuz. Biz buna yanaşmak istemedik. Birçok Premier Lig kulübü bize teklifte bulundu, oynatmadıkları oyuncularını kiralamak istediler ve bizden istedikleri tek şey bu oyuncuları oynatma garantisiydi. Fakat bunun bize bir faydası yoktu. Ben bir kulübün tabiri caizse çöplüğü olacaksam, bu bir vizyon demek değil.

O zaman Beşiktaş ile olan bu iş birliğiniz hedefine ulaşması hâlinde hem Türk kulüplerine hem de Avrupa kulüplerine örnek teşkil edebilir. Anladığımız kadarıyla daha önce yapılmış bir örneği yok.

Yok, evet. Gerçekten bunun örnek bir proje olacağına inanıyorum.

Özellikle üç büyükler kendi altyapılarında yetişen genç oyunculara hem süre verecek hem de gelişimlerine katkı sağlayacak bir yer sorunu yaşıyor. TFF 1. Lig, genç oyuncuların gelişebilecekleri bir lig değil. Dolayısıyla bu oyuncuların Avrupa’nın gelişmeci liglerine gönderilmesi iyi bir ara çözüm olabilir gibi duruyor. Örneğin son olarak Fenerbahçe’nin Berke Özer’i Westerlo’ya kiraladığını gördük. Türk kulüplerinin Fortuna Sittard ile böyle bir ilişki kuramayacaklarını söylediniz; ancak Hollanda futbolunun bu anlamda doğru bir yer olduğunu düşünüyor musunuz?

Zor bir soru. Buna hem evet hem de hayır diyebilirim. Futbolcunun gelişimi açısından rahatlıkla evet cevabı verebilirim. Hollanda’da bir alt lig olan Eerste Divisie özellikle genç oyuncuların gelişmeleri açısından mükemmel bir lig. Elbette ben bir futbol adamı değilim; ancak bir yönetici olarak görüşüm bu yönde. Belçika’da da buradakine benzer bir sistem var. Ancak Hollanda’da şöyle bir sıkıntı bulunuyor; Avrupa Birliği vatandaşı olmayan oyuncuların maaşını belli oranda üstlenmek zorundasınız, bu da caydırıcı bir seviyede. İskandinav ülkeleri için bu anlamda bir kısıtlama yok örneğin, o yüzden o bölgelerdeki oyuncular daha tercih ediliyor; ama orada da futbol seviyesi yeterli değil.

Aslında bu işin çözümü belli. Bu bahsettiklerimiz hep tâli çözümler. Sonuç olarak Türk kulüplerinin akademilerinden çıkan oyunculara kendi liginde kararlı ve cesur bir şekilde şans vermeleri gerekiyor. Bu sorunun ilk çözümü bu, ikinci ve üçüncü çözümü de bu.

Liverpool’u 17 yaşındaki oyuncusuna şans verirken görebiliyoruz. Bizdeyse oyuncu 23 yaşına geliyor ve hâlâ genç oyuncu muamelesi görüyor. Futbolda böyle bir şey yok. Oyuncuların kariyerlerinde oynama süresi giderek arttı. Hem kariyerlerine daha erken başlıyorlar hem de bilimin de gelişmesiyle futbolu daha geç bırakıyorlar.

Fortuna Sittard iyi oyuncular yetiştiren bir kulüp. Şu an Norwich’te oynayan Todd Cantwell, gelişimini sizin kulübünüzde sağlamıştı. Aynı şekilde Ajax’taki Perr Schuurs’u da sayabiliriz. Bu proje sayesinde Beşiktaş ile ilişkileriniz gelişirse, gelecekte Beşiktaş’ın oyuncularınızın transferinde öncelik hakkı elde etmesi gibi bir durum söz konusu olabilir mi?

Hayır. Çünkü bu da organik bir ilişkiye girer. Tabii ki ilişkilerimiz geliştiği takdirde iki kulüp arasında oyuncu transferleri gerçekleşebilir. Ama sistematik olarak bir oyuncumuzu Ajax’ın değil de Beşiktaş’ın almasını istememiz gibi bir düşüncemiz olamaz. Oyuncu transferlerine rasyonel bir şekilde karar vermemiz gerekiyor.

Son olarak kulüp yönetim modelleri üzerine bir soru sormak istiyoruz. Bilindiği üzere Türk kulüplerinin çoğu batık durumda ve bu durumun bir nedeni olarak kulüplerin dernek statüsü gösteriliyor. Bir görüşe göre kulüpler sahiplik modeline geçerlerse, ekonomik olarak düze çıkabilecekleri düşünülüyor. Siz bu modelde yönetilen bir kulübün sahibi ve başkanı olarak bu yaklaşıma katılıyor musunuz? Çünkü bu modelin Avrupa’da başarılı örnekleri kadar, oldukça başarısız olmuş örnekleri de bulunuyor.

Bana kalırsa bu doğru bir yaklaşım değil. Tartışma doğru; fakat yaklaşımın kendisi doğru değil. Önemli olan kulüplerin sahiplik modeline geçmeleri değil, yöneticilerin hesap verebilmeleri. Hollanda’dan bir örnek vereyim; burada sahibi olan kulüpler de var, dernek statüsündeki kulüpler de var. Fakat federasyonun lisans mevzuatı şunu diyor; “Sizin geliriniz 10 lira, gideriniz ise 12 lira, bu durumda 2 lirayı yönetim kurulu olarak karşılamakla ve bunun teminatını göstermekle yükümlüsünüz.” Bu bütün konuyu kapatıyor. Gelir gider farkını kulübü yöneten kişiler karşılamakla yükümlü olduğu takdirde, mesele zaten kendiliğinden çözülmüş oluyor. Bu durumda kulüp sahiplik modelinde de yönetilebilir, dernek statüsünde de. Dolayısıyla sahiplik modeline geçmekten ziyade, gelir gider farkını yöneticilerin karşılaması zorunlu olmalı. Türkiye’de bu yasa henüz çıkmadı diye biliyorum. Kulüpler yasası yıllardır bekliyor. Fakat şunu da söyleyebilirim; bu yasa çıktığı an Türkiye’de birçok kulüpte yönetici bulunamayabilir.

Goal  

YorumlarHiç Yorum Yapılmamış.     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

5 + 7 = ?

 




En Son Haberler
AnketTümü
Yeni Sitemizi Beğendiniz mi?
 
haber yazılımı: buki